1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 56 der ki; Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir..
Türkiye’de çevreyle ilgili yasal düzenlemeler, cumhuriyetimizin ilk yıllarında doğrudan çevreyi koruma amacı gütmemiş, daha çok sağlık, tarım, su kaynakları ve ormanları koruma gibi dolaylı alanlara yönelik olmuştur. Bu dönemdeki çevre koruma adımları, özellikle ormanlar ve su kaynakları gibi doğal varlıkların korunmasına öncelik vermiştir.
1970'li yıllara gelindiğinde ise dünya genelinde çevre sorunlarının artması ve çevre koruma hareketlerinin güçlenmesi ile Türkiye de bu akımın etkisi altında çevre konusunda daha kapsamlı düzenlemelere ihtiyaç duymuştur. Bununla beraber 1978 yılında "Başbakanlık Çevre Örgütü" kurulmuştur.
Ülkemizde çevre koruma konusunda en önemli dönüm noktası, 9 Ağustos 1983 tarihinde kabul edilen 2872 sayılı Çevre Kanunu ile atılmıştır. Bu kanun, Türkiye’nin ilk kapsamlı çevre yasası olup, çevre kirliliğini önlemek, doğal varlıkları korumak ve sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek amacıyla yürürlüğe girmiştir. Kanun, çevrenin korunmasına ilişkin temel ilkeleri ve devletin, bireylerin ve kuruluşların bu konudaki sorumluluklarını belirlemektedir.
Akabinde, 1984 yılında Çevre Kanunu'nun uygulanmasını sağlamak amacıyla Çevre Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1989 yılına gelindiğinde ise "Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı" oluşturulmuştur.
04.07.2011 tarihinde yayımlanan 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, kurulmuş; 29 Ekim 2021'de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de Bakanlığın adı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirilmiştir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin yoğunlaştığı 1990'lı ve 2000'li yıllarda, çevre mevzuatı AB normlarına uyum sağlamak amacıyla güncellenmeye başlanmıştır. AB'ye uyum sürecinde, Türkiye çevre politikalarını ve mevzuatını önemli ölçüde genişletmiştir. Bu bağlamda, ülkemiz çeşitli ülkelerle ikili sözleşmeler ve anlaşmalara imza atmıştır. İmzalanan bazı önemli sözleşmeler ve anlaşmalar şunlardır:
Ayrıca bu dönemde Çevre Kanunu'nda da önemli değişiklikler yapılmıştır. 2006 yılında gerçekleşen değişikliklerle AB çevre politikalarına uyum süreci hız kazanmıştır. Çevresel etki değerlendirme süreçleri genişletilmiş, kirlilik önleme yükümlülükleri artırılmış ve cezalar daha caydırıcı hale getirilmiştir. Bununla beraber sürdürülebilir kalkınma ve iklim değişikliği ile mücadele gibi konular da çevre politikalarının merkezine oturtulmuştur.
Çevre Kanunu
Çevre Kanunu'nda 1. Madde, 2006 yılında değiştirilerek; "kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır." olarak değiştirilmiştir.
1.Madde'nin değiştirilmesi ile birlikte, ülkemizde sürdürülebilirlik konusunun da temeli atılmıştır. Akabinde ülkemizin önde gelen firmaları sürdürülebilirlik raporlarını yayınlayarak, kurumsal sürdürülebilirlik raporlamasında öncülük etmişlerdir. Çevre Kanunu'na göre, başta idareler, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere, herkes çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi konusunda sorumluluk taşır ve alınacak tedbirlere, belirlenen ilkelere uymak zorundadır.
Çevre Kanunu’nun 3. maddesi, yapılan her ekonomik faaliyetin hem faydasının hem de doğal kaynaklar üzerindeki etkisinin sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda uzun vadeli olarak değerlendirilmesini şart koşmaktadır. Yani, sadece bugünü değil, geleceği de düşünerek hareket edilmesi gerektiğinin altı çizilmektedir.
"Katılım Hakkı Esastır"
Çevre politikalarının oluşturulmasında katılım hakkı esastır. Bu hakkın, yalnızca devletin değil, aynı zamanda vatandaşların, sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının ve birliklerin de çevreyi koruma sürecine aktif olarak katılabileceği bir ortam yaratılmasını gerektirdiği belirtilmektedir. Bakanlık ve yerel yönetimler, bu katılımı teşvik etmek ve sağlamakla yükümlüdür. Çevre Kanunu'na göre çevre koruma, toplumsal bir sorumluluk olarak öne çıkmaktadır ve herkesin bu süreçte söz sahibi olması gerektiği vurgulanmıştır.
"Kirleten Öder"
Kanunumuza göre bir diğer önemli ilke ise "kirleten öder" prensibidir. Kirlenme ve çevre bozulmasının önlenmesi, giderilmesi veya çevrenin iyileştirilmesi için yapılacak harcamalar, kirliliğe sebep olan kişi ya da kuruluş tarafından karşılanmak zorundadır.
"Kirletme Yasağı"
Ayrıca kirletme yasağı da kanunumuzda açıkça belirtilmiştir. Hiçbir kişi ya da kuruluş, çevreye zarar verecek şekilde atıkları doğrudan ya da dolaylı biçimde doğaya bırakamaz, depolayamaz veya taşıyamaz. Bu düzenleme, doğanın korunmasını ve kirliliğin önlenmesini sağlamak amacıyla getirilmiştir.
Çevre Kanunu, hem bireylere hem de kurumlara çevreyi koruma sorumluluğu yükleyerek, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrede yaşama hakkını güvence altına almaktadır. Çevremizi korumak, sadece bir seçenek değil, aynı zamanda temel bir hak ve sorumluluktur.
Ülkemizde çevre ile ilgili yürürlüğe giren yasal düzenlemeler sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının güvence altına alınması ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması açısından büyük bir öneme sahiptir. Anayasa'nın 56. maddesi ile temellendirilen bu hak, çevreyi koruma sorumluluğunu hem devlete hem de bireylere yüklemektedir.
1983 yılında kabul edilen Çevre Kanunu, Türkiye’nin çevre koruma alanındaki en önemli adımlarından biri olup, sürdürülebilir kalkınma, katılım hakkı ve "kirleten öder" ilkeleri gibi kavramları içermesiyle dikkat çekmektedir.
Gelişen çevre sorunlarına karşı daha kapsamlı düzenlemeler yapılması, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinin etkisiyle çevre mevzuatının sürekli olarak güncellenmesini sağlamıştır. Bu çerçevede, çeşitli uluslararası sözleşmelere imza atılması ve çevre koruma alanında önemli değişiklikler yapılması, ülkenin çevre politikasının güçlendirilmesine katkıda bulunmuştur.
Sonuç olarak, Türkiye’de çevre koruma yasaları, yalnızca çevre kirliliğinin önlenmesi ve doğal kaynakların korunması açısından değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinç oluşturulması ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması açısından da kritik bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, bireylerin, sivil toplum kuruluşlarının ve devletin iş birliği içinde çalışması, daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre için gereklidir.