Küresel ısınma, günümüzün en büyük çevresel sorunlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Atmosferdeki sera gazı birikiminin artmasıyla birlikte dünya genelinde sıcaklıklar yükselmekte ve bu durum, doğrudan su kaynaklarını etkilemektedir. Türkiye, küresel ısınmanın etkileri nedeniyle su kıtlığı riskiyle karşı karşıya kalmaktadır.
WWF’in 2015 yılında yayınladığı Türkiye’nin Su Riskleri Raporu’na göre son yüzyıl içinde dünya nüfusu üç kat büyürken su kaynaklarına olan talep yedi kat artmıştır. Yine aynı raporda geçen bilgiye göre, 2050 yılına gelindiğinde dünya nüfusunun %40’nın su sıkıntısı çeken su havzalarında yaşayacağı öngörülmektedir.
Dünyada Suyun Varlığı
Bütün canlılar için yaşamsal öneme sahip olan suyun, dünya üzerinde toplamda yaklaşık 1 milyar 350 milyon km³ olduğu tahmin edilmektedir. Yeryüzündeki mevcut su kaynaklarının %97,4'ü deniz suyu ve diğer tuzlu sulardan oluşurken, geri kalan %2,6'lık tatlı suyun %68,7'si buzullarda ve %30,1'i yeraltı su kaynaklarında bulunmaktadır.
Yüzeydeki tatlı su kaynakları, nehirler, göller ve akiferler gibi daha erişilebilir yerlerde yer alır. Tatlı suyun sadece küçük bir kısmı, göller, nehirler ve akiferlerde bulunur ve doğrudan insan kullanımına uygundur. İnsanlar, tarım, sanayi ve içme suyu ihtiyaçlarını karşılamak için bu sınırlı tatlı su kaynaklarına bağımlıdır. Bu nedenle, tatlı su kaynaklarının korunması, sürdürülebilir yönetimi ve verimli kullanımı, insanlık ve ekosistemler için hayati önem taşımaktadır.
Suyun Kullanım Alanları
Dünya genelinde suyun kullanım alanları, çeşitli sektörlere ve ihtiyaçlara göre farklılık göstermektedir. Suyun kullanım alanlarını istatistiksel olarak incelemek, su yönetimi ve koruma stratejilerinin geliştirilmesi açısından büyük önem taşır.
Yukarıda “Küresel Bir Sorun: Su Kıtlığı ve Sanal Su Ticareti” adlı raporda geçen “Sektörlere Göre Küresel Su Kullanım Oranları” adlı grafiği gösterilmektedir.
Görüldüğü üzere, içme ve kullanma suyu açısından Okyanusya (Büyük Okyanus'a dağılmış olan adaların oluşturduğu kabul edilen kıta) ilk sırada yer almaktadır. Bu durum, kıtanın yeterli su kaynaklarına sahip olması ve düşük nüfus yoğunluğuyla açıklanabilir.
Asya kıtasında ise içme ve kullanma suyu kullanımı dünya ortalamasının altındadır. Yoğun nüfus baskısı nedeniyle Asya ülkeleri, kanalizasyon ve altyapı hizmetlerine erişimde zorluk yaşamaktadır.
Dünya genelindeki su kaynaklarının %69'u tarımda, %19'u endüstride ve %12'si içme ve kullanma suyunda kullanılmaktadır. Asya ve Afrika kıtaları, tarım sektöründe dünya ortalamasının üzerinde su kullanarak bu alanda önde gelirken, endüstriyel su kullanımı açısından en düşük sıralarda yer almaktadır.
Gelişmekte olan Asya kıtası, Afrika'nın iki katı kadar endüstriyel su kullanırken, Avrupa ve Amerika kıtaları endüstriyel su kullanımında dünya ortalamasının üzerindedir.
Dünya genelinde içme ve kullanma suyu, diğer sektörlere göre daha düşük bir oranda kullanılmaktadır. Ancak Afrika kıtasında bu durum tersine dönmektedir; burada içme ve kullanma suyu kullanımı diğer sektörlere kıyasla daha yüksek bir oran göstermektedir.
Yine aynı raporda yer verilen "Ülkelerin Gelişmişlik Düzeylerine Göre Sektörel Su Kullanımları" grafiğine göre gelişmiş ülkelerde endüstriyel su kullanımı yüksek iken; az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tarımsal su kullanımı daha fazladır. Gelişmiş ülkelerde tarımsal su kullanımı küresel ortalamanın altında, endüstriyel su kullanımı ise küresel ortalamanın üzerindedir. Buna karşın, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu durum tersine dönmektedir.
Ülkemizde Suyun Varlığı
Ülkemizde suya olan talebin önümüzdeki 25 yılda 3 katı olacağı tahmin edilmektedir.
Türkiye, 25 akarsu havzasından oluşan zengin su kaynaklarına sahip bir ülkedir. Ülkemizdeki akarsuların büyük çoğunluğu ülke sınırları içinde doğmakta ve yine sınırlarımız içerisinden denize dökülmektedir. Kendi topraklarımızda doğup denize ulaşan en uzun nehrimiz Kızılırmak (1.151 km)'dır. Diğer yandan, Türkiye'de doğup başka ülkelerin kıyılarından denize dökülen en uzun nehirlerimiz ise; Fırat (Türkiye'deki kısmı 1.263 km) ve Dicle (Türkiye'deki kısmı 512 km)'dir.
Ayrıca, Asi (Türkiye'deki kısmı 88 km) ve Meriç (Türkiye'deki kısmı 187 km) nehirleri, başka ülkelerde doğup Türkiye topraklarından denize dökülen akarsular arasında yer alır.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen çalışmalar neticesinde, Türkiye'de 320 adet doğal göl tespit edilmiştir. Bu göllerin bir kısmı mevsimsel olarak su toplar; kış aylarında yağışlarla dolarken, yazın yağış eksikliği nedeniyle kurumaktadır. Türkiye'deki en büyük göller arasında Van Gölü (3.713 km²), Tuz Gölü (1.300 km²), Beyşehir Gölü (656 km²) ve Eğirdir Gölü (482 km²) yer almaktadır (DSİ).
"Türkiye'nin İklim Değişikliğine Bağlı Kuraklık Durumu" adlı raporunda ülkemizin büyük bir kısmının yarı kurak iklim koşullarının etkisi altında olduğundan bahsedilmektedir. Rapora göre ülkemizde kurak ve yarı kurak alanların toplamı 51 milyon hektara ulaşmakta, bu da ülke yüzölçümünün %37,3'ünde yarı kurak iklimin hakim olduğunu göstermektedir.
Türkiye'de yıllık ortalama yağış miktarı yaklaşık 574 mm olarak hesaplanmış olup, bu da yılda ortalama 450 milyar metreküp suya karşılık gelmektedir. Mevcut teknik ve ekonomik imkanlar doğrultusunda tüketilebilecek yüzey suyu potansiyeli yılda ortalama 94 milyar metreküp olarak belirlenmiştir. Ayrıca, 18 milyar metreküp olarak hesaplanan yeraltı suyu potansiyeli ile birlikte, Türkiye'nin yıllık toplam tüketilebilir yüzey ve yeraltı suyu potansiyeli ortalama 112 milyar metreküp olarak ifade edilmektedir ve bunun 57 milyar metreküplük kısmı kullanılmaktadır.
2008 yılı, 1930 yılından günümüze kadar görülen en kurak yıldır (444,9 mm).
Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün 2022 Yılı Meteorolojik Afetler Değerlendirmesi adlı raporuna göre ülkemizin 2022 yılı alansal yağış ortalaması 503,8 mm olarak gerçekleştir. Bu değer yağış normaline göre %12,1, bir önceki yılın yağışlarına göre de %4,0 azalma meydana geldiğini göstermektedir.
DSİ verilerine göre ülkemizde kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı, 2000 yılında 1.652 m³ iken, 2009 yılında 1.544 m³'e, 2020 yılında ise 1.346 m³'e gerilemiştir. Nüfus artışının ve küresel iklim değişikliğinin etkileri göz önüne alındığında, Türkiye'nin gelecekte daha kurak bir iklime sahip olacağı tahmin edilmektedir. Bu bağlamda, 2050 yılı itibarıyla Türkiye'de kişi başına düşen yıllık su miktarının yaklaşık 1.200 m³ civarında olacağı öngörülmektedir. Bu durum, iklim değişikliği ve hızla artan nüfus dikkate alındığında, Türkiye'nin 2050 yılında su fakiri bir ülke haline gelebileceği anlamına gelmektedir.
Kişi başı günlük tükettiğimiz su miktarına bakıldığında, 2020 yılından 2022’ye 1 Litre arttığı görülmektedir. Bu artış her ne kadar küçük görülse de ülke geneline yansıtıldığında günlük tüketilen su miktarının 85.279.553 litre arttığı anlamına gelmektedir.
Özetle, su tüketimimizin hızla artmasında her bireyin az ya da çok bir katkısı olduğunu düşünürsek, günümüzün su ihtiyaçlarını gelecek nesilleri tehlikeye atmadan sürdürülebilir bir şekilde yönetmenin her bireyin sorumluluğunda olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç
Sonuç olarak, iklim değişikliğinin yarattığı etkiler, su kaynaklarımız üzerindeki baskıyı artırmakta ve ülkemizin su güvencesini ciddi şekilde tehdit etmektedir. Nüfus artışı, su tüketimindeki hızlı artış ve iklim değişikliğine bağlı çevresel değişimler, Türkiye'yi 2050 yılı itibarıyla su fakiri bir ülke haline getirme riski taşımaktadır. Ayrıca, iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkacak iklim göçleri, ülkemizde sosyal ve ekonomik dengesizliklere yol açabilir. Bu nedenle, sürdürülebilir su yönetimi politikalarının acilen geliştirilmesi, suyun verimli kullanımı ve iklim göçlerine karşı stratejik önlemlerin alınması büyük önem taşımaktadır. Bu süreçte her bireye düşen sorumluluk, su kaynaklarının korunmasına ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayacak bir dünya bırakmaya katkıda bulunmaktır.