Sürdürülebilirlik; çevresel, ekonomik ve sosyal bağlamlarda hayatın her alanında temel bir gereklilik haline gelmiştir. Günümüzün ekolojik problemleri, geleceğimizin ekonomik problemlerinin temelini oluşturur. Bu anlamda geleceğin olası risklerini minimize etmek için daha sürdürülebilir iş modellerine geçiş yapılması bir zorunluluktur.
Dünya, ilk kez 1987 yılında Norveç’in ilk kadın Başbakanı Gro Harlem Brundtland’ın öncülüğünde hazırlanan Brundtland Raporunda Sürdürülebilir Kalkınma ile tanışmıştır.
"…Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma…"
Bu tanım ilk yıllarda çok rağbet görmese de sonraki yıllarda ağızlardan düşmeyen bir kalıp haline gelmiştir. Öyle ki Harlem Brundtland, tanımın günümüzde bu kadar geniş kitlelere kök salacağını sürdürülebilir kalkınmayı tanımlarken hayal edemediğinden bahsetmiştir.
Sürdürülebilir kalkınma sınırsız ekonomik büyümeyi değil sorumlu, etik ve adil bir ekonomik büyümeyi savunur. Süreç içerisinde tanımın anlamı daha da derinleşerek küresel ölçekte olumlu gelişmelerin doğmasında öncülük etmiştir.
Sürdürülebilir Yeni Düzen
Binyıl Kalkınma Hedeflerinin 2015 yılında yürürlükten kalkmasına takiben 2016 yılında Birleşmiş Milletler tarafından, üye 193 ülkenin imzasıyla 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH) kabul edilmiştir. Bu hedefler 2030 yılına kadar tüm dünyada açlığı ve yoksulluğu bitirmeyi, toplum sağlığını ve refahını önceliklendirmeyi; toplumsal eşitlik, iklim değişikliği ile mücadele, sorumlu üretim ve tüketim konularında sürdürülebilir yeni bir düzen kurmayı amaçlar.
İmzacı ülkelerin bu hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için çeşitli sivil toplum örgütlerinin, şirketlerin ve halkın desteğini alması elzemdir. Bu doğrultuda ekolojik okuryazarlığın artması, sürdürülebilirlik bilincinin oluşması ve sürdürülebilir iş modellerinin geliştirilmesi amacıyla çeşitli farkındalık çalışmaları yürütülmektedir.
Örneğin hayatımızın büyük bir bölümünü geçirdiğimiz yapıların, inşası ve inşa sonrası kullanımı sırasında çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinin vurgulanmasıyla büyük bir hassasiyet oluşmaya başlamıştır. Enerji, su ve hammadde yönetiminde oldukça başarılı olan bu yapılar Yeşil Bina olarak tanımlanır. Yeşil binalar yaşam döngüsü boyunca, insan ve çevre sağlığı açısından uygun bir ortam oluştururken üst kalite bir ekonomik değer sunar. Dünya Yeşil Bina Konseyi'ne göre, binalar hammaddeden bina tasarımına, inşaatından işletmesine ve kullanım ömrünün sonuna kadar tüm yaşam döngüsü boyunca planlanarak tasarlanmalıdır. Dolayısı ile, inşaat sektörü özelinde özellikle çevresel ve sosyal açıdan sürdürülebilir yeni bir bakış açısı ortaya çıkmıştır.
CO₂, Çevresel Sürdürülebilirlik Göstergesi midir?
Küresel iklim krizi ile ilgili sayısal veriler belirtilirken, emisyonlar CO₂ eşdeğer (eşd) olarak gösterilir. CO₂ en yaygın sera gazıdır ve küresel ısınma potansiyelinin 1 olması nedeniyle de referans noktası olarak kullanılır. Bu metot, farklı sera gazı emisyonlarını kıyaslamanın en kolay yoludur.
CO₂ eşdeğer, karbon ayak izi için önemli bir göstergedir. Ancak çevresel sürdürebilirlik için genelleme yapılamaz. Öyle ki değerlendirmeler yapılırken yalnızca bir parametre üzerinden inceleme yapılmaz, yapılamaz.
CO₂ emisyonlarının, çevresel sürdürülebilirliğe somut bir boyut kazandırdığı aşikardır. Sürdürülebilirlik raporlaması adı altında kurumsal karbon ayak izi analizlerini paylaşan firmalar emisyonlarını CO₂ eşdeğer üzerinden raporlarlar.
Ekonomik Riskler
2019 yılında Avrupa Yeşil Mutabakatı ’nın yayınlanması ülkeler arasında büyük bir ses getirmiştir. 2050 yılında karbon nötr kıta olmayı amaçlayan Avrupa Birliği, yeni bir büyüme stratejisi benimseyeceğini ilan etmiş; 2021’de ise “Fit for 55” mevzuat değişikliği paketi ile uluslararası ticareti etkileyecek en önemli unsurlardan biri olan Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizmasını (SKDM) tanıtmıştır.
SKDM ile birlikte ihracatının %12,7 ’sini AB’ye yapan ülkemiz için önemli bir ekonomik risk ortaya çıkmıştır. Senaryolar gösteriyor ki, 2032 yılında SKDM sertifika ücretinin 150 euro / ton CO₂ eşd. olması durumunda, ülkemizin karbon vergisinin yıllık maliyetinin 2,5 milyar euro olacağı öngörülmektedir.
Sonsuz Doğal Kaynak Kullanımı
Hepimizin ilkokul sıralarından beri çok iyi bildiği doğal kaynak döngüleri, günümüzde tedirgin edici boyutlara erişmiştir. Dünyanın birçok ülkesinde çalan tehlike çanları, artık daha gür bir sesle duyulmaktadır.
Sonsuz bir kaynaktan akarmışçasına kullandığımız ve temel ihtiyaçlarımızın en başında gelen tatlı su, sadece miktar olarak azalmakla kalmamış; ayrıca mevcut su yapısının da bozularak insan ve çevre sağlığı için risk teşkil etmeye başlamıştır.
Sanayi devrimi ile, hammadde ve enerji ihtiyacı artmış; ihtiyacın karşılanması için doğal kaynaklar fütursuzca çıkarılıp, kullanılarak ekosistem döngüsüne zarar verilmiştir. 1,75 dünyamız varmış gibi tükettiğimiz bu günlerde; çevre kirliliği, kuraklık ve enerji krizi sadece günümüzün değil, kuşkusuz ki geleceğimizin de en önemli problemlerini oluşturacaktır.
Sürdürülebilirlik yaklaşımı, doğal kaynakların korunarak yarınlara aktarılabilmesi için oldukça mühimdir. Burada doğal kaynaklar korunurken, fosil kaynaklardan kaçınmak için çevre dostu yeni alternatif yollar araştırılmakta ve geliştirilmektedir.
Ortak Geleceğimiz, Ortak Sorumluluğumuz
Evinizde çöpe attığınız bir plastik, siz onu attıktan sonra öylece kendiliğinden ve bir anda yok olabilir mi? İndirimde diye aldığınız ve dolabınızda aynısından 15 tane daha bulunan tişörte gerçekten ihtiyacınız var mıydı?
Sorumlu üretim ancak sorumlu tüketimin bir sonucu olarak gelişebilir. Bireysel olarak termos bardak taşıyarak dünyayı kurtaramayabiliriz ama pozitif bir etki oluşturarak daha az plastik şişe kullanılmasına ve dolaylı yollarla daha az plastik şişe üretilmesine sebep olabiliriz.
Bireysel sorumluluklarımız, kitlesel değişimlerin önünü açabilir. Daha yaşanabilir ve sürdürülebilir bir gelecek için…